1.Nâ’ilî -i Kadîm/ 1.1. Hayatı

Naili XVII. asır Türk edebiyatının en önemli temsilcilerindendir. Kendi tarzı ve yorumuyla kendisinden sonra gelen şairleri de etkisinde bırakmış şair, İstanbulludur. Asıl adı Mustafa’dır. Tanzimat döneminde Encümen-i Şuara şairlerinden Manastırlı Salih, Naili’nin yetişmesinden sonra Naili-i Kadim diye anılmıştır . Babası, maden kalemi kâtiplerinden Piri Halîfe diye anılan zat olduğu için kaynaklarda şair “Pirizade Mustafa Çelebi” diye de geçer.
Naili’nin hayatı hakkında çok az bilgi vardır. Tezkirecilerin verdiği bilgi çok kısa ve yetersizdir. Bunlara kendi kasidelerinden çıkarılan birkaç bilgi kırıntısı da eklenerek şairin hayatı hakkında çok az şey söyleyebiliriz.
Doğum tarihi belli olmamakla birlikte kasidelerinin incelenmesinden 1608-1611 veya 1608-1613 yılları arasında doğmuş olduğu anlaşılmaktadır. Hangi seviyede öğrenim görmesi de kesin olarak belli değilse de, şiirlerinden çok iyi yetişmiş, ileri düzeyde bir bilgi, kültür ve olgunluk sahibi olduğu bilinmektedir. Kaynaklarda Efendi değil de Çelebi diye anılmasından medrese bitirmediği kesindir. Anlaşıldığı gibi, devrinin tanınmış hocalarından ders almış, iyi Arapça ve Farsça öğrenmiş ve daha çok da kendi kendini yetiştirmiştir.
Küçük yaşta anne ve babasını kaybetmiş, bütün ömrü maddi ve manevi acılarla geçmiştir. Genç yaşında Divan-ı Hümayunda çalışmış ve babasının da çalıştığı Maden Kalemi’ne memur olarak girmiş ve derece derece yükselerek kalemde baş halife olmuştur. Ancak hayatı boyunca bu makamdan yükseğe çıkamamıştır.
Naili’nin bu kalemdeki kâtipliğinden başka bir geliri olmadığı, böylece ancak orta halli, hatta kendi düşüncesine göre “fakr u zaruret” içinde bir memur hayatı yaşadığı hayattan yakınmalarını ve durumunu düzeltecek bir koruyucu aradığını görüyoruz. Hayatını bir düzene sokabilmek için padişahtan başlayarak (IV. Murad, IV. Mehmet) sadrazam, şeyhülislam, vezir, defterdar gibi devletin ileri gelenlerine kasideler sunmuş, onların yardımlarını beklemiştir. Şairin bir süre sadrazam Salih Paşa ile Defterdar Mehmed Paşa’ya yakınlaştığı ve onlardan yardım gördüğü, bu paşalara sunduğu kasidelerinden anlaşılıyor. Ama bu yardımlar geçici olmuş, şair bir süre sonra yine korumasız kalmış ve memuriyetinin geliriyle yetinmek zorunda kalmıştır.
Naili zor da olsa bu beğenmediği hayat düzeyini sürdürmeğe çalışırken hayatının sonlarında daha da kötü bir duruma düşmüştür. Sadrazam Fazıl Ahmed Paşa tarafından İstanbul’dan uzaklaştırılmıştır. Paşa, sadarete geldikten sonra kısa bir süre içinde, bilinmeyen bir sebeple, belki de tezkire sahibi Safayi’nin dediği gibi kendisini çekemeyen düşmanlarının etkisiyle 1661’de, sadaretini kutlarken kendini o kadar aşırı sözlerle övmüş olan şairi Edirne’ye sürdürdüğü söyleniliyor. Bazılarına göre sürgün edilişine sebep olarak o devirde vuku bulan Kadızadeler ile Sivasiler arasındaki çekişmeler gösterilmektedir. Halveti olan Naili’nin bu olaylara barışmış olabileceği tahmin edilebilmektedir.
Haluk İpekten’e göre şairin IV. Mehmed’e sunduğu bir “şitaiye”sinde Edirne şehrinin kış mevsimini tasvir edişinden sürgün hayatını Edirne’de geçirmiştir. Sürgün edilişine nedenler kesin olarak bilinmese de, tezkireciler Naili’nin yanlış bir haraket yaptığı fikrini de söylemektedirler. Kendisi de ilmiye sınıfından gelmiş, alim, sanatkar, ilim ve sanatın koruyucusu olan Köprülü-zade Fazıl Ahmed Paşa’nın gazabına uğraşmış olması, şairin bizzat büyük hata yapmış olması ihtimalini düşündürmektedir. Çünkü Fazıl Ahmed Paşa’nın haksız, zalim, gevezelere iltifat eden bir kimse olmadığı biliniyor; âlim ve şairleri cömertçe koruduğu, pek çok hayır eseri yaptırdığı muhakkaktır.
Ömrünün son yıllarını doğup büyüdüğü İstanbul’dan uzakta, gurbet hayatında geçirmek zorunda kalan Naili’nin bu sürgün yıllarında hayli acı çektiği anlaşılıyor. Önce de söylediğimiz, nâ’tlerinin birinde ve Sultan IV. Mehmed’e sunduğu “şita’iyye” kasidesinde bu acılarını dile getirmemiştir. Padişaha ve Uyvar kalesi’nin alınmasından sonra zafer şenlikleri içinde Edirne’ye döndüğünde Fazıl Ahmed Paşa’ya kasideler sunarak (“hoşgeldin” redifli) bağışlanması için uğraşmış ve sonunda 1665’de İstanbul’a dönmeyi başarmıştır. Bu sırada sadrazama sunduğu bir kasidesinde, eski sıkıntılı hayatı ile o günlerdeki mutlu günlerini karşılaştırdıktan sonra, artık bir koruyucu bulduğunu, bu kadar iyiliği kimseden görmediğini söylediğine göre Naili’nin bağışlanmaktan başka Fazıl Ahmed Paşa’nın ilgisini ve yardımlarını da gördüğü ve bundan pek sevinçli olduğu anlaşılıyor.
Şeyhi, Beliğ tezkirelerinde şairin vefat yılı 1666 (1077) olarak verilmektedir. Demek ki, Naili 55-60 yaşlarında İstanbul’da ölmüştür. Ölümüne devri şairleri şu tarihleri söylemişlerdir:
Naili cennet ola Naili-i nadire-fen (1077)
Naili ola şefaat naili (1077)
Behişti Naili’ye eyliye mekan Mevla (1077)
Nail-i firdevs bada Naili elfatiha...
Bursalı Mehmet Tahir, Osmanlı Müellifleri adlı eserinde mezarının İstanbul’da Fındıklı semtinde Sünbül Dede dergâhı yanında olduğunu, yolun genişletilmesi sırasında Beyoğlu mezarlığına taşındığını söylemiştir. Sonradan Beyoğlu Mezarlığı da kaldırıldığından Naili’nin mezarı ortadan kaybolmuştur.
Kaynakların dediklerine ve divanındaki şiirlerinden elde edilen bilgilere göre, Naili titiz, zayıf, hastalıklı ve ufak tefek bir insandır. Birçok şiirinde hastalığından, zayıflığından ve çektiği acılardan yakınmıştır. 1644’de Sultan-zade Mehmed Paşa’ya sunduğu bir kasideden küçük yaşlarda ana-babasını kaybederek, yetim, fakir ve sıkıntılar içinde büyüdüğü anlaşılmaktadır. Belki de şiirlerinde o derecede duygulu oluşunun da bu yetimlik ve karamsar bünye ile ilgisi vardır. Çocukken yaşamış olduğu sıkıntıların şiirindeki karamsar dünya görüşünün sebeplerinden biri olduğu düşünülebilir.
Anlaşıldığına göre orta halli bir memur ailesinin üstüne titrenilerek büyütülen bu İstanbul çocuğu narin, duygusal, çabuk incinen bir insandır. Şiiriyle ün kazanmış ve bunun karşılığında daha yüksek bir memuriyet ve daha iyi bir hayata erişmeyi beklemiştir. Bunu elde edemeyince de kırılıp küsmüş ve karamsarlığa düşmüştür. Oldukça ağır kelimelerle düşmanlarından söz etmesi, bazı çağdaşı olduğu şairleri kötülemesi, herkesten şüphelenen titiz bir insan olduğunu, çevresindekileri, dostlarını darılttığını gösteriyor. Bu yüzden İstanbul’dan uzaklaştırılmasına sebep olacak kadar düşman da kazanmış olabilir. Ama karamsar ruhuyla birlikte ondaki tasavvuf görüşü, zaman zaman zaruret içindeki yaşamasına, acılarını yumuşatmaya yaramış, bir nevi tevekkülle dünyaya bakmasına yardımcı olmuştur.
Naili Halvetiye tarikatındandır. Kaynaklarda bu konuda bilgi yoksa da halveti Şeyhi Saçlı İbrahim Efendi’ye ölüm tarihi söylemesi, “halvetileriz” redifli gazeli ve bu tarikatın bir kolu olan İbrahim Gülşeni’nin kurduğu Gülşeniyye tarikatı ile ilgili gazeli bunu gösteriyor.
Edebiyat tarihinde Naili üzerine çalışmalar yapılmıştır. Onlardan Müstecabizade İsmet Bey ve Haluk İpekten’in adlarını zikredebiliriz. Çalışmamızda da onun Divan’ından bazı beyitleri alacak ve Sebk-i Hindi üslubuna göre tahlil etmeğe çalışacağız.

Hiç yorum yok: