2. Sebk-i Hindî ve örneklerle izahı/ 2.1. Sebk-i Hindî

Çalışmamızın Giriş kısmında XVII. asrın 4 esas üslubundan bahs ettik ve onlardan “Klasik üslup”, “Hikemî Şiir”, “Mahalli tarz”ı kısaca anlatmaya çalıştık. Geniş izahını vereceğimizi söylediğimiz diğer üslup ise Sebk-i Hindî üslubudur. Sebk-i Hindî, Hind yolu, Hind tarzı ve Hind üslubu demektir. Türk edebiyatına XVII. asırda dışarıdan gelmiş olan bu üslup, Îran’da doğmuş, Hindistan’da gelişmiş ve bahs edilen yüzyıldan itibaren Îran, Hindistan, Afganistan, Azerbaycan, Tacikistan ve Türkiye gibi geniş bir bölgedeki ülkelerin edebiyatlarını etki altına almıştır. Îran’da Safeviler döneminde dini ve siyasi baskılara dayanamayarak Hindistan’a göç eden birçok şair, Hint-Türk imparatorları tarafından çok iyi karşılanmış ve büyük ilgi ile desteklenmişler. Bu kaygı ve ilgi sonucunda Sebk-i Hindî’nin Hindistan’da gelişmesi çabuklaşmıştır. Hatta kaynaklar Ekber Şah döneminde şahın sarayında, İran şairlerinin sayısının 170’e yaklaştığını söylemektedir. Bu destek neticesindedir ki, Feyzî, Örfî, Naziri ve Zuhûri gibi şairler yetişmişler.
Tarihi kaynaklar, yukarıda söylenilenleri teferrüatıyla anlatmaktadır. Şairlikten başka geçim kaynağı olmayan birçok şair, o dönemde siyasi çatışmalardan bunalarak baskılara dayanamayıp ülkelerini terk etmek zorunda kalmış ve şairlerin korunduğu, klasik sanat estetiğinin kabul gördüğü Hindistan ve Osmanlı edebî havzalarına yönelmişler. Çünkü Osmanlı ve Babür hükümdarları, kendi başkentlerini aynı zamanda birer sanat ve şiir merkezi haline getirebilmek için özel çaba içindeydiler. Babür Şah, Hindistan’da devletini kurduğunda, saray geleneğine uyarak sarayda vazifeli şairler bulundurmuş, öteden beri devam edip gelen melikü’ş-şuaralık müessesini tesis etmiş ve şairleri eski tarz üzere şiir söyleme konusunda teşvik etmiştir. Kendileri de aynı zamanda birer şair olan Babür Şah, Hümayun, Ekber Şah, Cihangir, Şah Cihan ve Dara Şükuh gibi Babür hükümdarları, hem bu saray geleneğini sürdürmüş, hem de Îran’dan göç eden şailere kucak açmışlardır . Yukarıda da zikr ettiğimiz gibi, Ekber Şah adı geçen bu hükümdarlar içerisinde en çok kaygı göstereni olmuş ve hatta “Fars şiiri Ekber şah’ın sarayında yeniden doğmuştur” ifadesi de araştırmacılar tarafından söylenilmiştir.
Kendileriyle eski geleneksel ve yeni şiir özelliklerini taşıyan şairler, göç ettikleri yerlerin de (Hindistan, Anadolu) şiir özelliklerini üstlenerek söz konusu üslubun ortaya çıkmasına zemin hazırlamışlardır. Ve söylediğimiz gibi, Hindistan’ın edebî muhitinde bu üslubun gelişmesi için rahat bir ortam vardı. Bundan dolayı Sebk-i Hindî, Hindistan’da gelişmiştir diyebiliriz.
Böylece ilk belirtileri Figanî’de görülen Sebk-i Hindî’nin sonraları yüzlerce temsilcisi meydana çıktı. Bunlardan Sâib-i Tebrizî, Hindistan’a giderek Sebk-i Hindî taraftarlarının, Şevket ise İran’da kalarak bu üslubu geliştiren şairlerin temsilcisi sayılırlar. Fakat bu iki şairler topluluğu arasında Sebk-i Hindî’nin iki ayrı kolu olarak fark yok.
Sebk-i Hindî’nin Fars şiirindeki en önemli temsilcileri Örfî-i Şirâzî, Feyzî- Dekenî, Tâlib-i Âmûlî, Kelîm-i Kâşânî, Mirzâ Celâl Esir, Ganî-i Keşmirî, Şevket-i Buhârî, Bîdil-i Dehlevî, aslen Azerbaycanlı olan Sâib-i Tebrizî’dir.
Türk edebiyatında ise bu üslubun etkileri, Nef’i, Fehim-i Kadim, Şehrî, İsmetî, Na’ilî, Nedim-i Kadim, Neşati, Rasih, Nabi ve Şeyh Galip gibi büyük üstatlarda görülmektedir.
Ama Na’ilî-i Kadim bu devir şairleri arasında bu üslubun en güçlü ve belirgin temsilcisi olduğu için çalışmamızda Sebk-i Hindî’yi onun gazelleri üzerine izah edecek ve bu üslubun esas özelliklerini örneklerle açıklamaya çalışacağız.
Sebk-i Hindî, üslup olarak diğer şiir anlayışlarından farklıdır. O zamana kadar edebiyatta görülmemiş nitelikler kendini bu üslupta göstermeğe başlar. Zengin ve ince hayallerin ifadesi, ıztırap ve elem konuları, sosyal konular, yeni tamlamalar, kendinden önceki şairlerin kullandığı kelimeleri kullanmakla beraber, yeni mazmunları ifade edebilmek için bulunan yeni kelimeler, tasavvuf, mübalağa ve tezat sanatlarının, aynı zamanda sözü çok kısa kullanmak, fakat dolgun ve derin manalı söylemek için gerekli olan sanatların (teşbih, istiare, telmih, kinaye, irsal-i mesel, hüsn-i talil, leff ü neşr, mecaz) fazla kullanılması, anlam derinliği gibi özellikler Sebk-i Hindî’ye aittir. Bu üslubun sayesinde edebiyatımız konu, hayal, dil ve ifade zenginliği kazanmıştır. Kendinden önceki üsluplarda söz güzelliği önem taşırsa da, bu üslupta anlama daha fazla yer verilmiş ve şiirde orijinal anlamlar bulma anlayışıyla birlikte, hayal ve heyecan unsurlarına da dikkat edilmiştir. Derin anlamı ifade edebilmek için de o zamana kadar kullanılmış kelimeler yetersiz kalmış, şairler günlük konuşmalardan ve çok az kullanılmış veya kullanılmamış Arapça ve Farsça kelimeler alarak şiir dilini zenginleştirmişler. Fakat bunun yanı sıra dilin ince ve nazik olmasına da dikkat edilmiştir. Sözün kısa ve dolgun söylenilmesi için yoğun anlatım sağlayan sanatlar daha fazla kullanılmıştır. Bu üslubun belli başlı özelliklerinden biri sayılan mübalağa sanatının aşırı derecede kullanılmasıyla soyut kavramlar, somut kavramlarla birleştirilmiş ve orijinal manalar süslü ifadelerle yansıtılmıştır. Edebi sanatlardan mübalağanın, yeni kelimelerin ve yeni tamlamaların fazla kullanılması ise anlatımı zorlaştırmış ve Sebk-i Hindî şiirinin zaman zaman bu nedenle tepkiler almasına sebep olmuştur. Fakat her şeye rağmen, Sebk-i Hindî temsilcileri bu şiirlerle süslü bedii bir dil ortaya koymuşlar.
İnsanın dış aleminin değil, iç dünyasının ifadesini bulduğu bu şiirlerde, anlamın derinlik taşıması neticesinde gerçeğin bunu karşılamadığı ortaya çıkmıştır. Bu nedenle muhayyile önem kazanmıştır. Özellikle insan ruhu ve heyecanları üzerine kurulan hayaller derinleştikçe, ıztırap şiirde daha fazla yer almaya başlamış, böylece insan ruhunun çırpınışları, bunun sebep olduğu acı ve üzüntüler şiirin konusu olmuştur.
Bu üslubun diğer bir özelliği de tezat sanatının kullanılmasıdır. Bu sanatın kullanılmasıya şiir dili daha da ağırlaşmış ve zor anlaşılarak Sebk-i Hindî’nin tenkit edilmesine neden olmuştur.
Sebk-i Hindî şiirinde tasavvuf teması yoğun bir biçimde işlenmiştir. Bu özellik ise gerçekten çok hayalin, ıztırabın, dış dünyanın yerine iç alemin ele alındığı bir şiirde vazgeçilmezdir. Acılardan, sıkıntılardan uzaklaşmak için şairler tasavvufa sığınma gereğini duymuşlar, ayrıca açıkça söyleyemediklerini tasavvuf perdesi arkasında daha rahat söyleyebilmişlerdir. Ancak, Sebk-i Hindî şairi için tasavvuf, ilgi duyduğu ve şiirinde işlediği bir konu olmakla birlikte mutasavvıf şairde olduğu gibi amaç değil, daha çok önemli bir araçtır .
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Sebk-i Hindî şairlerinde kendilerine kadar kullanılmış kelimelere yeni, şahsi ve farklı manalar katmak çabası vardı. Bu özellikle de şiirde “ferdilik” ortaya çıkmıştır. Önceki edebiyatta olan “biz” anlayışı, yerine “ben”e vermektedir ve bu özelliği sonralar empresyonistlerde görmekteyiz. Böylece şiir ferdiyetin şeklini alır.
Sebk-i Hindî’nin bazı özellikleri de vardır ki, onları da söylemeden geçemeyiz. Bu özelliklerden biri şiirde şairlerin tabiata ve toplumun sosyal yaşantısına fazla yer vermeleridir. Fakat Sebk-i Hindî temsilcileri tabiatı ve sosyal yaşantıları anlatırken, gördüklerini olduğu gibi aktarmamaktaydılar. Anlattıkları, aslında gördükleri şeylerin kendi zihinlerindeki birer yansımasıdır, diyebiliriz. Çünkü bu şairler duygu ve düşüncelerini anlatmak için sosyal hayatı ve tabiatı adeta bir araç olarak kullanmışlar. Ve tabiat şairin duygu ve düşüncelerini üstlenince, hemen herşey ister istemez kişileşmiş ve ruh sahibi birer varlığa dönüşmüştür . Bu da Sebk-i Hindî şiirinin önemli özelliklerinden biri sayılan teşhis sanatının çok kullanılmasına neden olmuştur.
Sözü edilen üslubun daha bir özelliği ise gazelin beyitlerinin kendine özgü olmasıdır. Yani, beyti meydana getiren mısraların gerek gramer, gerekse anlam bakımından birbirinden tamamen bağımsızlığıdır. Bu üsluptaki gazel, kafiye ve redif bağlarıyla birbirine bağlanan tek beyitlerden oluşmaktadır. Anlatılan konu tek beyitte tamamlanmakta ve beyitte anlatılan konu diğer beyitlere sarkmamaktadır. Az sözle çok şey ifade etmek amacında olan Sebk-i Hindî şairleri, fikri tek bir mısraya sığdırmaya çalışmışlar. Bu üslupla yazılan gazellerin beyit yapısında görülen diğer bir farklılık, bir mısrada dile getirilen herhangi soyut düşüncenin, beytin diğer mısrasında gözlem ve deneyime dayanan başka somut bir bilgiyle örneklendirilmesidir. Ve mısralar arasındaki ilişki manevi ve gizlidir. Bu mısraları birbirine bağlayan esas bağ ise yukarıda da adı geçen sanatlardır.
Soyut düşüncelerin somut bilgilerle örneklendirilmesi, okuyucuyu ikna etmeye yarayan, aslında halka ait olan bir anlatım tekniğidir. Fakat bu örneklendirmede şairler, atasözlerini veya başkaları tarafından daha önce söylenmiş deyimleri kullanmaz, aksine kendilerine ait olan yeni ve orijinal sözler söylerler. Bunun irsal-i mesel sanatıyla da ilgisi vardır. Ve bu özellik sonucudur ki, Sebk-i Hindî temsilcileri yeni tamlamaların ortaya çıkmasına nail olmuşlar.
Bazı Sebk-i Hindî şairlerinde görülen bir özellik, çoklu duyulamaların olmasıdır. İranlı üslup araştırmacıları tarafından hiss-âmizî diye adlandırılan ve Türkiye Türkçesinde çoklu duyulama olarak karşılanan şey, farklı duyu organlarının birbirinin yerini alması, herhangi bir duyu organına ait fonksiyonların başka bir duyu organına verilmesi veya farklı duyu organlarını ilgilendiren çeşitli kavramların aynı ifadede iç içe girerek bir tür duyu karşılığına yol açmasıdır .
Ve geniş izahına ihtiyaç duymadığımız başka bir özelliği de söylemeliyiz ki, bu da Sebk-i Hindî şiirinden önce de görülmüş olan, fakat XVII. asırda daha fazla kullanılan paradoksal imaj anlayışıdır. Paradoksal imaj, aralarında karşıtlık ilişkisi bulunan farklı kavramları aynı tamlamada veya aynı ifadede bir araya getirerek, yeni fakat çelişkili bir kavram elde etmektir. Ama bu, birbirine zıt anlamlar kullanarak yapılan tezat sanatı ile karıştırılmamalıdır. Yani, şairin bu kelimeleri kullanarak paradoksal imaj oluşturma çabasında olduğunu söyleyebiliriz.

1 yorum:

Unknown dedi ki...

Yaptığın bu değerli çalışmadan dolayı seni kutlarım. Ben de Naili, Neşati, Şehri, Fehim ve Şeyh Galip üzerine yüksek lisans tezi hazırlıyorum.
Hakan Baykut (Malatya)