GİRİŞ

Bir ah ile eşk ile ayine-i dil olsa saf
Gubar-ı hatırı reng-i füturu neyleyelim

strong>Nâ’ilî-i Kadîm

XVII. asır Türk Edebiyatı dediğimiz zaman akla, o dönemin tarihi görüntüsünü getirmemiz gerekiyor. Bu açıdan adı geçen yüzyılda Türk tarihinde güçlü bir dönemin sona ermesine ve gerileme devrinin yaşanmasına rağmen Türk Edebiyatının yükseliş ve gelişimini devam ettirdiği söylenebilir. Osmanlı devletinin bu asırda siyasi, iktisadi ve içtimai alanlardaki olumsuz görüntüsü bile edebiyatın daha ileri gitmesine mani olamamıştır. Belki de bu, şiirin hayatın bir parçası sayılmasından dolayıdır.
Hele XVI. asırdan başlamış olan siyasi çekişmeler ve karışıklıklar XVII. asırda da devam etmiştir. Türk dünyasının bütün yerleşim alanlarında kendini gösteren çekişmeler zaman geçtikçe daha fazla görülmüş, XVII. yüzyılın sonunda imzalanan Karlofça Antlaşması’yla (1699) Osmanlının batıdaki toprakları ilk kez Avrupalılar tarafından paylaşılmış ve “Avrupa’da Türk gücü” imajının silinmesiyle sonuçlanmıştır.
Rusya’nın Orta Asya’da Türkleri birbirine düşürerek Sibirya’yı ele geçirmesi, Kazan’ı zapt etmesi, Çinlilerin Türkistan’ı alma isteği, Türk-Hint İmparatorluğu’nun parçalanma durumuna gelmesi ve bir süre sonra XVIII. yüzyılda Hindistan’da Türk üstünlüğünün sona ermesi ile XIX. asırda tam bir İngiliz sömürgesi olmasını söylemekle XVII. asrın siyasi tablosunu çizmiş oluruz.
Söylenenlerin yanı sıra Safevi-Osmanlı çekişmesinin, etnik çatışmalar ve Şii-Sünni mücadelesinin devam etmesi XVII. asrın tüm olumsuzluklarının başında durur.
Fakat adı geçen hadiselere rağmen Osmanlı XVII. yüzyıla önceki yüzyıllarda kazanmış olduğu güçlü görünümüyle geçer. XVI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nda bazı siyasi güçlükler, ekonomik sıkıntılar başlamış olmakla birlikte bunlar henüz devletin sahip olduğu ihtişamı gölgelememekteydi. Hala geniş topraklara sahip olan imparatorluğun başında padişah III. Mehmet’ti. Bazı devletlerden hala vergi alınmaktaydı. Fakat iç ve dış gelişmelerin sonucunda Osmanlı Duraklama Dönemi’ne giriyor ve devlet ekonomik sorunlar yaşamakla beraber, hem de Celali isyanlarıyla uğraşmaktaydı. Nitekim 17. yüzyılın ilk yıllarında başa geçen I. Ahmet, Celali isyanları nedeniyle 1606’da Zitvatoruk Antlaşması’nı imzalayarak İmparatorluğun yeni fetihlerde bulunma emellerine son vermek zorunda kalmıştır.
XVII. yüzyılın Osmanlı’sını tek cümle ile ifade etmiş olursak diyebiliriz ki, bu asır Osmanlı’nın batıda Avrupalılar, doğuda ise İranlılarla sürekli savaştığı, içte toplumda idari ve ekonomik bozuklukların yaşandığı bir yüzyıldır. XVIII. yüzyıla doğru ilerledikçe İmparatorluk topraklarını hızla elden çıkarmaya başlıyor.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, karışıklık ve çekişmelere rağmen Türk Edebiyatı bu asırdaki olumsuzluklardan fazla etkilenmeyip gelişimini devam ettirdi. Belli bir geleneğe tabi olan, zengin düşünce, ilim ve irfana sahip ve aynı zamanda batı edebiyatını bile etkileyen klasik edebiyat XVII. asra kadar tekâmülünü tamamlayarak yüksek bir seviyeye ulaşmıştı. Bu seviyeyi korumak ve daha da yükseklere götürmek gerekiyordu. Eski ananelere sadık kalarak Osmanlı hanedanı geçmiş asırlarda olduğu gibi bu asırda da âlimi ve sanatkârı, dolayısıyla şairi koruma politikasını devam ettiriyordu. Nitekim asrın başlarında Sultan I. Ahmed “Bahti”, Sultan II. Osman ise “Farisi” mahlasıyla şiirler söylemişler. Ayrıca edebiyata olan ilgi devlet erkânının konaklarında düzenlenen sohbet meclislerinde de varlığını sürdürmüştür. Kendileri de şair olan Şeyhülislam Yahya Efendi ve Şeyhülislam Bahayi Efendi şiirleriyle hem şairlik mesleğine itibar kazandırmışlar, hem de dönem şairlerini himayelerine alarak edebiyatın gelişmesine katkıda bulunmuşlardır.
XVII. asır Türk Edebiyatı eski dönemlere nazaran daha verimli ve daha parlaktır diyebiliriz. Özellikle yüzyılın ilk yarısında edebi türlerin çeşitliliği ile edebi eser sayılarındaki çokluk dikkat çekicidir. Klasik şiir bu asırda gerek teknik, gerek ahenk, gerekse zarafet bakımından biraz daha oturmuş ve güzelleşmiştir. Artık Türk şiiri, yakın zamana kadar örnek aldığı İran şiirini hem kemiyet, hem keyfiyet itibariyle ciddi bir şekilde geride bırakmıştı. Daha XV. asırda Anadolu’da Şeyhi, Ahmed Paşa ve Necati Bey ile Orta Asya’da Ali Şir Nevai, XVI. asırda Anadolu’da Hayali Bey ve Baki, Azerbaycan’da Fuzuli gibi kendi klasik şairlerini yetiştiren Türk şiiri, kullanılan Türkçe kelimeler, deyimler ve atasözleri, halk söyleyişleri ve milli kültüre ait malzemelerle şüphesiz milli bir hüviyet kazanmıştır. Bundan dolayı klasik şairlerimiz artık İran edebiyatına ehemmiyet vermemeğe ve kendi sanatkârlarını örnek almaya başlamışlardır.
XVII. asırda Osmanlı sahası Türk şiiri, önceki asırlara göre daha oturmuş ve daha yerli bir yapıya sahiptir, diyebiliriz. Ve bu hususiyet bu dönem şiirlerindeki temel özellik olarak kabul edilebilir.
Bu döneme ait hususiyetlerden biri de dilde bilinçli bir Türkçeleşme çabasının görülmemesidir. Fakat aruzu daha iyi öğrenebildiklerinden ve şiir tekniğinin kolaylığına ulaştıklarındandır ki, aruzu Türkçeye daha rahat uydurabilmişlerdir.
XVII. asırda münşiyane nesir, yani süslü nesir, eski dönemlere nazaran daha da ağırlaşmıştır. Dini eserler, tarihler, menakıb-nameler sade bir dille yazıldığı gibi bazen sanatlı nesir üslubuyla da yazılmıştır. Secili, süslü nesir üslubunun temsilcileri olarak Veysi ve Nergisi bilinmektedir.
XVII. yüzyılda kaleme alınan şair tezkirelerinden Tezkire-yi Rıza, Asım’ın Zübdatül-eşar, Tezkiretül-Safayi’nin ismini zikredebiliriz ki, bu tezkirelerde yüzlerce şairin adı geçiyor.
Sosyal ve ekonomik konularda şiirler veren Nef’i, Nev’i-zade Ata’i, Nabi, Sabit, kendine özgü üslubuyla bilinen Şeyhülislam Bahayi, Naili-i Kadim, Neşati gibi şahsiyetler XVII. asrın en önemli şairleridir. Onları yazı türüne göre de sıralayabiliriz. Mesela, yüzyılın en önemli kaside şairleri Nef’i ve Sabri, gazel şairleri Şeyhülislam Yahya, Şeyhülislam Bahayi, Neşati, Naili-i Kadim, Fehim’i Kadim, Vecdi, İsmeti, Şehri, Nedim’i Kadim, Nabi, Sabit, mesnevi şairleri ise hamse sahibi Nev’i-zade Ata’i, Ganizade Nadiri ve Nabi’dir.
XVII. asır Türk edebiyatının diğer yerleşim alanlardaki vaziyetine gelince ise Çağatay sahasından Şeybanlı sülalesinden olan Ebulgazi Bahadır Han’ın Şecere-i Terakime ve Şecere-i Türk adlı iki çok önemli eserini söyleyebiliriz. Azerbaycan’da ise bu dönem eski asırlarda olduğu gibi parlak ve zengin değildir. Fakat bu dönemin temsilcisi olarak zikredebileceğimiz en güçlü şair Saib Tebrizi, Türkçe şiirler yazmışsa da, klasik edebiyatın öteki gibi daha çok Farsça yazdığı için İran edebiyatında yer alır. Divanı vardır.
XVII. asır Türk edebiyatında hâkim olan nazım şekillerine gelince, onlarda da değişiklikler görülmektedir. Mesela, gazel nazım şekli bu devirde kaside gibi orijinallik göstermez. Bu dönem gazelleri Baki’nin devamı niteliğindedir. Yüzyılın şairlerinden Gani-zade Nadiri, Haleti, Şeyhülislam Yahya ve Şeyhülislam Bahayi gibi şairler, Baki’nin rindane ve dış âleme açık üslubuyla nükteli ve zarif hayaller içeren gazel anlayışını devam ettirmişlerdir. Bunun yanında Nev’i-zade Ata’i, Nabi ve Sabit gibi şairler, gazellerine içtimai olayları ve felsefi düşünceleri taşımışlardır. Böylece felsefi anlayışlar, hikmetli sözler, içtimai olaylar, hayat üzerine düşünceler gibi konular gazelin muhtevasına eklenerek zenginleştirilmiştir.
Mesnevi nazım şekliyle verilen eserler de bu devirde çok önemlidir. Aşk konulu mesnevilerin gerek sayısında, gerekse çeşidinde büyük bir gerileme görülmemesine rağmen dini–ahlaki–tasavvufi mesnevilerin ağırlık kazandığı görülmektedir. Bu dönem mesnevilerinin esas özellikleri hem kısa yazılmaları, hem de konularındaki yerlilik ile mahalli unsurların, toplum ve hayat tasvirlerinin geniş şekilde kullanılmasıdır. Dönemin mesnevi şairleri arasında Nev’i-zade Ata’i, Gani-zade Nadiri, Faizi, Simkeş-zade feyzi, Azmi-zade Haleti, Neşati, Sabit ve Nabi anılabilir.
Rubai alanında ise Türk edebiyatının Hayyam’ı olarak nitelendirilen Azmi-zade Haleti söylenebilir.
Şiirlerin sadece matla beyitlerine yer verilerek derlenen bir nazire mecmuası da XVII. asırda Budinli Hisali’ye aittir. Matali’un-nezair ismiyle bilinen mecmuada nazireler vezinler ve kafiyelere göre sıralanmıştır.
XVII. yüzyıl Türk şiirinde genel olarak dört üsluptan söz edilebilir. Bunlardan ilki “Klasik üslup” olup bu üslup XVI. asır şairlerinden önceden de söylediğimiz gibi Baki’nin temsil ettiği şiir anlayışını devam ettiren şairler tarafından sürdürülmüştür. Klasik üslubun en belirgin özelliği şiirselliğe, yani ahenge muhtevadan daha fazla önem verilmesidir. Bu üslupta duygu ve lirizmden ziyade, şiir tekniğindeki sağlamlık, ahenk ve akıcılık önemlidir. Bu üslup temsilcilerinin şiirlerinde hâkim tema aşk ve tabiattır. Daha çok gazel nazım şekliyle şiirler yazmışlar.
Dönemin diğer 3 üslubu “Sebk-i Hindi”, “Hikemi şiir” ve “Mahalli tarz”dır. “Mahalli tarz” (Yerli Tarz) olarak isimlendirilebilecek bu şiir tarzı, şiirde yerli ve mahalli unsurlara fazlaca yer verme anlayışıdır. Bu dönemde gittikçe yaygınlaşmaya başlayan sade dil ve mahalli ifadeleri kullanma, yerli konu arayışı daha sonraki dönemlerde ortaya çıkacak olan “mahallileşme üslubu”na da kaynaklık etmiştir. Nev’i-zade Ata’i ve Sabit gerek yerli konu ve malzeme tercihleri bakımından, gerekse dil ve söyleyişteki tasarrufları yönünden bu üslubun temsilcileri sayılmaktadır.
Diğer iki üsluba gelince, bu üsluplar Türk şiirinde yenidir. Onlardan “Hikemi şiir” veya “Didaktik üslup”, “düşünceye dayalı hikmetli söz söyleme”dir. İslami düşünce sisteminde daha çok felsefe karşılığı kullanılmış olan “Hikmet”, gizli düşünce, bilinmeyen neden, özellikle varlıkların ve olayların oluşunda Allah’ın insanlarca anlaşılmayan gizli amacı, bilgelik, sağduyu, atasözü, özdeyiş vb. anlamlara gelen Arapça bir kelimedir. “Hikemi Şiir” veya “Hakimane Şiir” ise düşünceye ağırlık veren, amacın okuyucuyu uyarmak, düşündürmek ve aydınlatmak olduğu, daha doğru bir ifadeyle insana doğruyu, güzeli göstermeye yönelik görüş bildiren didaktik içerikli şiire denir. Bu tarzın edebiyatımızdaki en önemli ve güçlü temsilcisi olarak Nabi bilinmektedir. Bu sebeptendir ki, “Hikemi Şiir” akımı “Nabi Ekolü” olarak da anılır. Nabi’nin devamı olarak bu tarzın diğer temsilcilerinden Sabit, Sami, Seyyid Vehbi, Koca Ragıp Paşa’nın adlarını zikr edebiliriz. Ziya Paşa ve Namık Kemal’in bazı şiirlerindeki hikemi edaya bakarak, Tanzimat Döneminde de bu tarzın etkisini görebiliriz.
XVII. asrın en önemli üsluplarından izah etmediğimiz “Sebki Hindi”yi bu çalışmamızda geniş olarak anlatacağız.

Hiç yorum yok: